yürüyüşten uzak, gönülden ırak

Posted on 04 Ağustos 2012 tarafından

6


Haftabaşı ayağımı arı soktu. Fena bir acı, yanma, beynimde karıncalanma, ayağımda uyuşma derken nakavt oldum. Bütün gün yattım. Ertesi gün de fazla zorlamadım, ama geçer diye düşünürken akşamına davul gibi şişti ayağım. Bir minik arının iğnesiyle yere basamaz oldum, ahı tutan arı 3 günümü yedi bitirdi.

Hal böyle olunca Coffee’yle sabah yürüyüşlerimizi yapamadık. 3 gün boyunca günde iki posta Bey oğlanı yürüyüşe çıkardı. Yürüyüşten dönen Coffee’yle gün içinde evde beraberdik genelde, ama ben bir kenarda yatay pozisyonda, keza kendisi de aynı durumda, yatağında.

Sonunda şeytanın bacağını kırdık, dördüncü sabah beraber yürüyüşe çıktık. Normalden daha erken bir saatte çıkınca ne yolda araba stresi, ne sıcak oldu bir an önce dönelim endişesi. Rahat rahat, püfür püfür, Coffee dingin, ben sakin, hava henüz serin.

Coffee’nin bayırına çıktık, kurumuş otlar, sazlar arasında dolandık. Mahalleye yeni tipler gelmiş, onlardan biriyle bugün tanıştık. Genç beyaz bir labrador, evinin bahçesinden Coffee’ye seslendikçe seslendi. Bizimki de ikiletmedi, yamacına gitti. Teller ötesinden de olsa bir koklaştılar, iki dil, bir burun attılar. Birbirlerini direkt olarak koklayamayacak olsalar bile burun kıça-kıç buruna ters yüz dönüp durdular. Yeni bir arkadaşlığa demir attılar. Coffee telin sağ ve sol başına sırasıyla imzasını attı, patilerini yere sürtüp temizlenirken tozu dumana kattı. Beyaz labrador oğlana façasını da attı.

Coffee’yle biraz daha dolanıp dönüşe geçtik. Bayırda serbest dolaşan Coffee yola doğru yürürken benim komutumu beklemeden durdu, bekledi. Döndü, bana baktı.

(Gel, beni bağla.)

  • Aferin oğlum, aferin sana. Takalım bakalım kayışını tekrar yerine. İşte böyleee.

Aynı sakinlik ve dinginlikte evimize geri yürüdük, döndük. Kapıda temizlendik, tarandık. Ben köşeme geçtim, çalışmaya başladım. Coffee döndü döndü döndü, sandalyemin altına, ayağımın üstüne yattı.

Aşk, yeniden!

Bu arada evde temizlik var, tam o sırada elektrik süpürgesi çalışmaya başladı, yavaş yavaş salona doğru yaklaştı. Coffee elektrik süpürgesinden korkuyor. Hem sesinden hem süpürgenin çeken ayağından, başından. Aynı zamanda patlamalardan, gök gürültüsünden de ürküyor. Hemen bir masa, sandalye altına siniyor, mümkünse içeri gidiyor. Bugün ikisi birarada oldu. Hem temizlik hem gökgürültülü şimşekli bir yağmur. Patlayan gök sırasında ayağımın dibinde oturttum, sakinleştirdim, ama süpürge salona girince rahat bıraktım, ısrar etmedim. Zaten süpürge salona girer girmez Coffee doooğru içerinin yolunu tuttu. Ben de nereye gitti bakmadım, çalışmaya daldım.

Zaman geçti, Coffee’m geldi. Seslendim. Yok. Bakmaya başladım ortalığa. Salonda yok. Yan odada yok. Yatak odasında da, yatağın altında da yok. Bildiğin yok işte, yok. Geri döndüm Bey’in çalışma alanına, belki masasının altına kıvrılmıştır sözüm ona. Yok yok yok. Seslendim içeri, ‘Coffee orda mı, nerde?’ Cevabı geldi, ‘burda değil’ diye. Allah Allah, kerata nereye gitti? İçerde cam açık, hava ısındı ne de olsa. Dedim acaba zıplamış olabilir mi dışarıya? Hayır, hem boyu yetmez hem de yeltenmez. Attım bu düşünceyi başka bir rafa. Sonra gardroba hamle yaptım gayri ihtiyari. Bir açtım baktım ki bizimki yayılmış paltoların altına, ayakkabıların üstüne. Aklını kullanmış, iyice saklanmış, yeni bir barınak yaratmış kendine.

Mahzun bir bakış.

(Eyvah, yine yakalandık!)

  • Coffee, ne işin var burda oğlum? Nerden çıktı buraya girme fikri? Gel bakiim.

Bir nevi ‘iyi ki geldin’ bakışıyla ayaklanma, dolaptan çıkıp ortaya oturma, pat pat pat kaşınma, pıtı pıtı pıtı pıtı silkelenme, hapşırma, bir daha bir daha hapşırma. Bekleme.

Beklemeye benden cevap yumuşak, şefkatli. Yanına çömelip başını okşayarak, biraz karnını kaşıyarak, alnımı kafasına dayayarak.

  • Korktun mu sen oğlum? Yok birşey, bak. Bitti. Gel bakalım, içeri gidelim. Hadi kalk gel.

Çıt çıt çıt çıt tırnak sesleri yerde, doooğru gideriz salondaki yerimize. Bu sefer hemen bırakmadım kıvrılıp yatsın diye. Sarıldım, kaşıdım, okşadım, oynadım kendisiyle. Zaten daha salona geçmeden yolda rastlayınca oyuncak dolu yatağına, hooop kaptı hemen kahve geyiğini, sallayarak kafasını sağa sola. Biraz çekiştirme oynadık, biraz geyiği atıp getir yaptık. Sonra ben geçtim yine köşeme, Coffee de yattı yere. Baktım dikmiş gözlerini bakıyor bana böyle. Uzun bakışmalar köpeği desem yeri, neler neler anlatıyor konuşup söylemese de.

Özlemişiz birbirimizi. Aynı çatıda olmak yetmiyor, rutini devam ettirmek, paylaşmak elzem oluyor. İki gün üst üste yürüyüşe çıkmadık mı Coffee’yi ne zamandır görmüyorum noktasına geliveriyorum. Coffee de bunun eksikliğini muhakkak hissediyor, hissettiriyor. Ya kendi köşesine çekiliyor ya da Bey’e iyice yaklaşıyor. Aramızdaki paylaşımın değerini bana her seferinde hatırlatıyor.

Bugün iki günlük ayrılık üstüne gelen tam bir geri dönüş oldu. Oynadık, yuvarlandık, özlem giderdik, paylaştık. Sonra biraz ana-oğul pozlandık. Kamera görünce poz veren ufaklıkları biliyorum da bunun köpek versiyonunu pek bilmiyorum. Siz kameraya poz veren köpek tanıyor musunuz?

Buyrun size Coffee dostlar. Bu boncuk gözler kameraya değil de nereye bakar?

Neslihan

mindmills.wordpress.com