Epey uzunca bir aradan sonra tekrar merhaba… İş güç, hayat gailesi derken istemsizce girilen bir nadas sürecinin ardından biriktirdiğimiz yeni anılar, bu anılardan edindiğimiz tecrübeler ve bunları paylaşma özlemiyle yeniden karşınızdayız. Buraları boşladığımız zaman içerisinde Mocha’nın annesinin (yani benim) ve haliyle küçük ayıcık Mocha’nın hayatında ciddi değişiklikler oldu. Mocha, bebeklik ve çocukluk dönemlerinde üniversite öğrencisi, zamanı ve enerjisi bol bir anneye sahip, şanslı bir kızdı. Ona ayıracağım vakit ve o vakitleri koşarak hoplayıp zıplayarak geçirecek enerjim boldu. Bu bolluk Mocha’nın tuvalet eğitiminden tutun sosyalleşmesine kadar pek çok alanda olumlu sonuçlar veren, bu gün bile hala meyvelerini yediğimiz bir şanstı. Ancak günler ayları, aylar yılları kovaladı ve Mocha’nın annesi büyüdü, her yetişkin gibi artık hayata karşı sorumluluklarının arttığı, üniversite öğrenciliğinin tatlı rehavetinden çıkıp iş hayatına atılması gereken o gün geldi çattı.
Biraz keyifli, biraz rahat geçen üniversite döneminden sonra birden kendini çalışan insan olarak bulmak herkes için zordu elbette. Ama ben bunun yanında kendimi bir anda çalışan anne olarak bulmuştum. Üstelik o güne kadar haftanın en az beş günü kızıyla parkta saatlerce oynarken, artık sadece pazar günlerini evde geçirebilen ve o tek tatil gününde de yorgunluktan kolunu bile kaldıramadan evde yatıp dinlemeye çalışan bir anne olmuştum. Bu durum başlarda çok derin bir vicdan azabına neden oldu bende. Yaz aylarıydı, Mocha’nın en sevdiği havuzlu parkın olduğu semtten taşınmıştık, ben her gün saatlerce onu evde bırakıp işe gidiyordum ve daha kötüsü akşam eve geldiğimde onunla dışarıda saatlerce gezecek enerjiyi kendimde bulamıyordum.
İşe sorumluluk boyutundan bakarsak her sabah işe gitmeden önce mutlaka çişe çıkıyor, her akşam iş dönüşü parka gidip biraz oynuyorduk. Ama önceden ona ayırabildiğim zaman ve dışarıda geçirdiğimiz süreyle kıyaslayınca bana hep az, hep yetersiz geliyordu. Yine Mocha evde olduğu için vicdan azabından öldüğüm bir gün bir şey fark ettim. İş yerimin orada boş bir arazide yaşayan, her gün sevdiğim ve beslediğim kalabalık sürünün genç, yaşlı, yavru, yetişkin tüm üyeleri sığınabilecekleri bir gölge bulup gün boyunca hava serinleyene kadar o gölgede siesta yapıyorlardı. Yani ben Mocha bütün gün evde diye üzülürken, aslında dışarıdaki köpekler de onun evde yaptığından pek farklı bir şey yapmıyordu.
Bu farkındalık durumu uzun süredir yapmayı unuttuğum bir şeyi hatırlattı bana; kızımı gözlemlemeyi. Tüm bunlar yaşanırken Mocha artık 3 yaşını doldurmaya yaklaşmıştı. Evet, ben onu artık saatlerce sağda solda gezdiremiyordum. Ama acaba o hala buna ihtiyaç duyuyor muydu?
Bir kaç akşam parka çıktığımızda onu daha dikkatli izlemeye başladım. Yanımızda top getirdiyse topumuzla oynuyorduk. Getirmediysek de Mocha mutlaka sağdan soldan bir kozalak, pet şişe vs bulup kucağıma bırakıyordu. Önceden saatlerce at-getir oynasak yorulmayan ve sıkılmayan Mocha artık bir kaç turun ardından attığım nesneyi alıp oturuyor, onu gıdısının altına saklayarak yattığı yerden beni oyuncak kapmaca oynamaya davet ediyordu. Yani hala benimle oynamak, etkileşim içinde bulunmak istiyordu, ama daha az fiziksel enerji harcayarak.
Gün boyu evde birikerek yükselen enerji seviyesini normal sınırlara çekmek adına ilk on-onbeş dakika koşturmacalı, zıplamalı şekilde oynanan oyundan sonra daha az efor sarfetmeyi tercih eden Mocha’nın evde de istekleri değişmeye başlamıştı. Önceden sürekli yanımızda durmak isteyen, evde her an popoyla beraber kuyruk sallayarak dolanan, mütemadiyen birilerini kendisiyle oynamaya ikna etmeye çalışan Mocha, artık günün belli saatlerinde, dinlenebileceği, sessiz bir ortam arıyordu. Annemle ortak tatil günümüz olan pazar günlerinden dışarı çıkmak yerine evde olmayı tercih ettiğimizde homurdanma huyunu icat eden bir ayıcığımız vardı artık.
Ağzına oyuncak alıp bizi oyun için uykudan uyandırmaya çalışan Mocha gitmiş, pazar günleri evde temizlik yapılırken, ya da odadan odaya annemle birbirimize seslendiğimizde “öffff bi sessiz olun arkadaş uyumaya çalışıyoruz şurda di mi? Biraz saygı ya” diye söylenir gibi homur homur kendini yataktan halıya, halıdan mindere atarak uyumaya çalışan bir Mocha gelmişti. Önceleri depresyonda mı, sağlığı mı bozuk, mutlu mu değil diye düşünmüştüm. Ama kendisi oynamak istediği anlarda hala çok mutlu, çok neşeliydi. Benim kabullenmem gereken bir şey vardı; bebekliğinde deli gibi sağdan sola koşturduğu, durmak yorulmak bilmediği zamanlar “ay ne zaman büyüyecek bu çocuk” dediğim an gelmişti. Mocha artık yetişkin, olgun ve ağırbaşlı bir kızdı. Bu olgunlaşma benim vicdan azabımı alıp götürdüğü için güzel bir şey olsa da, bir anneyi yer yer duygusallığa iten bir durumdu. Mesela önceden yüz metre uzakta bir köpek görse dört nala oynamaya giden, ortama yeni giren çekingen köpeği oyuna davet edip (hatta bazen oyuna dahil olmak için darlayıp) sürüye katılmasına ön ayak olan Mocha, artık köpeklerle oynamak konusunda çok seçici olmaya başlamıştı.
İnsan ve köpek nüfusunun yoğun olduğu ortamlarda tercih sıralaması; benimle oynamak, hareketi seven diğer insanlarla oynamak, hareketi sevmeyen insanlara kendini sevmek ve en son köpeklerle koklaşmak şeklinde bir rutine binmişti. Yeni tanıştığı köpeklerle oynama konusundan bahsetmiyorum bile! Artık bir köpeğin, Mocha’nın oyun arkadaşı olabilmesi için kankası olması gerekiyordu.
Bebekliğinden beri değişmeyen bir özellik olarak kavgaya hiç yatkın olmadı, ilk karşılaşma anında sallanan bir kuyruk eşliğinde koklaşma nezaketini hep gösterdi sağ olsun. Ama 2 yaşına kadar koklaşma anının hemen ardından gelen ceylan gibi seke seke zıplama sahnesi artık benim için bir hayaldi.
Köpeklerle hiç oynamıyor değildi elbet. Mesela bebeklik aşkı Oscar’a gittiğimizde on dakika tepiş, on dakika dinlen, sonra yine tepiş şeklinde de olsa aynı ortamda oldukları süre boyunca sürekli oyun modunda oluyorlardı. Ya da bebekliğinden beri bahçemize yerleşip binanın köprği olan Fındık’la, özellikle sabah gezmeleri sırasında bir iki kovalamaca turu dönüyordu. Ama dediğim gibi, Oscar çocukluk aşkı, Fındık ise bebekliğinde mahallemize gelen, yaklaşık altı ay boyunca Mocha’nın görmezden geldiği, Fındık’ın tüm çabalarına rağmen “ay ne köpekle köpek olucam be, git başımdan pis bücür” bakışları atıp, ancak yetişkin olduğunda arkadaşlığını kabul ettiği bir kızdı. Yani artık çok kıymetli enerjisini ancak ve ancak samimi olduğu köpeklere harcıyordu.
Ben Mocha’nın bu haline biraz üzülüp biraz kabullenmeye çalışırken bayramda düğün için memlekete gideceğim sıra, Mocha’yı yollarda hırpalamak istemediğim için Pozitif Pati Köpek Oteli’ne, sevgili arkadaşım Lara’ya bırakmaya karar verdim (Aslında köpek pansiyonu konusu; köpeğimizi bırakacağımız pansiyon seçimi, bırakırken yapmamız ve yapmamamız gerekenlerle ilgili üzerinde epeyce konuşulması gereken bir konu. Ancak o bir sonraki yazımıza). Mocha’yı bırakmadan bir kaç gün önce ortama alışabilmesi için oynamaya gittiğimizde ben bu durumla bir kez daha yüzleştim. Bayramda Mocha’yla birlikte orada kalacak olan komşumuzun oğlu Pascal da bizimle gelmişti. Hal-i hazırda orada misafir olarak kalan Badem ve Audrey adında iki kız kardeş vardı. Kısa süre içinde Pascal ve kızlar tepişmeye başlamış, bizimki ise “Kendimi sevdirmediğim insan kaldı mı? Sana sevdirmiş miydim canım? Yok yok sen az sevdin, hadi biraz daha sev.” modunda burnuyla insanların elini dürtmekle meşguldü. Kalktım, yanlarına gittim, Mocha’yı çağırdım, “hadi kızım sen de oyna bak ne güzel oynuyolar. Hadi nolur sen de gel katıl” diye yalvardım, ama nafile… Mocha insan sevmek istiyordu ve o öyle mutluydu. O aslında çok dengeli bir köpekti. Fazla vakit ayıramıyorum oynatamıyorum diye üzülüp, sonra da çocuk zaten oynamak istemeyince bu sefer neden oynamıyor diye karalar bağlayarak dengesizlik yapan bendim.
Mocha’nın otelde konakladığı süre boyunca Lara ablası sürekli fotoğraf ve video takviyesiyle beni durumdan haberdar etti. Mocha ilk iki günü yine yalnız kovboy olarak geçirdikten sonra üçüncü günün sabahında arkadaşlarının arasına karışarak “Ben asosyal değilim, sadece gereksiz samimiyet sevmiyorum. Dur hele bir tanışalım sonra elbet oynarız canım” cümlesini bir kez daha sessizce kurmuş oldu. İlk yıllarında paldır küldür koşturan, neşe yumağı, oyun delisi bir sıpanın zaman içinde büyüdüğünü, olgunlaştığını, sakinleştiğini görmek bazen “ohh artık biraz rahatladık” dedirttiği için güzel olsa da, bazen “ama o hala bebek, daha üç yaşına ne olgunluğu” dedirttiği için buruk bir durum. Ama her şeye rağmen hayat bir süreç. Bu süreçte bize düşen de onların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini doğru gözlemleyip saygı göstermek ve ayak uydurmak… Islak burunların hep kendini sevdirecek bir el bulduğu, püskül kuyrukların hep neşeyle sallandığı bir dünya dileğiyle… Selcen&Mocha
Jale
03 Ağustos 2015
Merhaba, yazınızı okuyunca kendi köpeğimle tecrübelerim geldi aklıma. Benim de bir Golden’im var şu an 12 yaşında. Fakat ilk iki yaşın enerjisinden azıcık daha düşük de olsa o yıllarda da epey hareketliydi, hatta 7 yaşına kadar dolaşmaya çıkarken son derece enerjik ve mutlu oluyor, oyun, okşanma ve gezme fırsatını kaçırmıyor, saatlerce gezsek bile yorulmuyordu. Hatta deniz kenarına gittiğimizde saatlerce dalıp çıkardı. Küçükken çocuklarla oynamayı severdi ama 5-6 yaşlarına gelince çocuklar biraz başını şişiriyormuş gibi davranmaya başlamıştı. Sürekli uyuma ve yanız kalma isteği ise bacağındaki lif kopması sonrasında, canı yandığı için başladı. Dediğim gibi şu an 12 yaşında, sürekli ilaç kullanmak zorunda, yürürken zorlanıyor, bahçeli evde yaşıyoruz, ondan genç bir köpeğimiz daha var, onunla çok fazla oynamıyor fakat yine de gezme fırsatını kaçırmak istemediğini görüyorum. Tabii ki köpekler de insanlar gibi farklı karakterlere sahiptir, karşılaştırma olması bakımından deneyimimi paylaşmak istedim. Sevgiler size ve Mocha’ya:)
selcenkeskin
03 Ağustos 2015
Aynen dediğiniz gibi, her köpek farklı karaktere sahip ve bu karakter de zaman için değişime açık. Zamanla, yaşadıkları olaylarla bağlantılı olarak gelişiyor ve değişiyor. Her yaşı her hali ayrı güzel, önemli olan bize verdikleri mesajları doğru okuyup ihtiyaçlarını o anki taleplerine uygun şekilde karşılayabilmek.
Yorumunuz için çok teşekkür ederim,
Size ve sevgili çocuklarınıza da selamlar 🙂
zeynep
03 Ağustos 2015
Merhabalar, biz su anda 3 aylik bir beagle yavrusuyuz.O kontrol edilemez enerjinin bir gun nasil dinginlesecegini dusunuen biri icin muhtesem bir yazi..Su anki ruh halime cok uygun..harikasiniz..
selcenkeskin
05 Ağustos 2015
Sizin gelecek için daha umutla bakmanızı sağlayabildiğime çok sevindim. Bebeğinizle birlikte çok mutlu sağlıklı uzun bir ömür dilerim…
basakpirtini
04 Ağustos 2015
Sevgili Selcen, sanırım her kopek sahibi ayni tedirginliklerden ve kopegini ise veya okula giderken yalniz birakmaktan vicdan azabi duyuyordur. Ancak kopekler sadece sahiplerini görmek ve ani onlarla paylasmaktan bile mutlu oluyorlar cubku bizim gibi gelecekte ya da geçmişte degil simdide yasiyor hayvanlar. Evet ozluyor ama ani kacirmiyor. Resimlerde cok mutlu bir kopek var arkadaslariyla oynayan. Bol bol konus onunla anlat insana anlatir gibi. Zaten yapiyorsundir eminim ama hayvanlar anlatmadiklarini bile hissedebilir ve anlarlar. Mocha da hayatin degisimine adapte olacak onemli olan her ne kosulda olursa bile olsun birlikte kalmaya devam edebilmek o zaman daha mutlu iki taraf ta cunku aksi genelde daha zor…hep köpek sevgisiyle kal. Başak
selcenkeskin
05 Ağustos 2015
Zaten Mocha’nın köpeklerle oynadığı zamanı azaltmasının en önemli sebebi dışarıda geçirdiği vakit azaldıkça onu daha kaliteli olarak gördüğü şekilde benimle geçirmek istemesi belki de. Çünkü aslında Mocha bebekliğinden beri sürekli benimle göz göze diz dize çifte kumru gibi oturmayı seven bir kız oldu. Sıcakta yatağa yanıma gelmek istemese bile mutlaka yatağın yanına yatıp burnuyla elimi dürter elin üstümde olsun diye. Her köpeğin farklı bir karakteri var, hepsinin kendine göre çok güzel ve çok özel yanları var. Ama bana Mocha kadar uyumlu, bu kadar ruh eşim diyebileceğim başka bir köpek olamazdı. O, ben onun hayatında olduğum için kendini dünyadaki en şanslı varlık sanıyor. Ama aslında onun sevgisine sahip olduğum için dünyadaki en şanslı kişi benim… Sevgiler
Halil Şahinahin
24 Ağustos 2016
Merhabalar, yeni sahip olmuş ve köpeklerle ilk deneyimlerini yaşayan birisi teşekkür ediyor ve içtenliğinizi taktir ediyorum. Harika bir blog ve harika yazarlar. Günümüzde hayvanlar hakkında daha bilinçli ve farkında bireyler olmalıyız. Köpeklerimizi tanımalı ve yabancılara bu güzel hayvanları oldukları gibi tanıtmalıyız diye düşünüyorum. Bende yeni bir blog yazarıyım. http://www.geceningunlugu.com hepinizi beklerim, aynı zamanda misafir yazılarınız içinde çok şeref duyarım. halilsahn@gmail.com adresinden benimle iletişime geçebilirsiniz. Hoşçakalın!
zeynepbilgi
24 Ağustos 2016
Gece’nin günlüğü sitenizi izlediklerimize alıyoruz derhal. Hayırlı olsun blogunuz. Çok sevdik biz de.
Gencay
09 Temmuz 2017
Merhaba, yazınızı okurken aslında uzun zamandır aradığım bir cevabı buldum:) benim de mia adında güzeller güzeli pek uysal (ki gerçekten ırkını reddeden) zeytin gibi kapkara bi cane corsomuz var. Biz bu kızı yaklaşık 3 yaşındayken sahiplendik ve apartman önü hayatının aksine arkadaşımla beraber kaldığımız bağ evinde mutlu bir pati oldu.. Gel zaman git zaman tek ilgisi kendini sevdirmek ya da bir şekilde temas. Diğer köpekler de ilgisini çekmemeye başladı, çok üzülmeye başlamıştım ki yazınızı okuma fırsatım oldu ve vicdanım baya rahatladı. Çok teşekkür ederiz size ve sevgili Mocha’ya 🙂
Çin Aslanı
29 Kasım 2017
Yazdıklarınızı okudukça benim de köpek sahiplenesim geliyor, sizin deneyimlerinizden de okuyarak faydalanacağımdır umarum 🙂 Ama uzun süre olmuş siz bunu yazdıktan sonra. Umarım yazmaya devam ediyorsunuzdur 🙂
Kişisel Blog
30 Eylül 2020
İçten paylaşımınız için teşekkür ediyorum. Şaka harika bir dost 🙂