ben, orman bekçisi

Posted on 27 Temmuz 2012 tarafından

0


Ben, orman bekçisi. Küçük kulübemizin ayaklı zili. İnek sürülerinin sınır çizgisi. Yavru domuzların ‘sürpriz! ben geldim’cisi. Toprak yengeçlerinin ve ateşte tavukların nöbetçisi. Bir numaralı, ‘kuşu buldun mu getir’cisi. ‘Aha, buralar kankim Leon’la benden sorulur’cusu.

Ben, orman bekçisi, Coffee.

Yolculukları seviyorum. Daha evden çıkarken bizimkilerin hangi anahtarı eline aldığını anlayıp arabaya heyecanla koşuyorum, arkasında durup bekliyorum. E bir seferde atlayıp içeri girmem lazım. Adım Springer, soyadım Spaniel. Bir sıçrayışta bütün gövde bagajda, uzun İspanyol kulaklar havada.

Bizimkilerle geçen haftasonu ormandaki kulübemize gittik. Artık anladım. Burası bizimmiş. Bizimkiler gezmeyi sevdiğinden, ben de onlarla gitmeden edemediğimden bana her yer evim gibi geliyor. Ne de olsa ben evimi yanımda götürüyorum. Arabanın bagajını! Huhuuuu. Evdeki yatağımdan sonra ennn çok sevdiğim yatağım arabanın bagajı.

Ormana bayılıyorum. Koştukça koşuyorum. Kokladıkça kokluyor, burnumu her yere sokuyorum. Bunaldım mı kulübenin altında, üşüdüm mü güneşin alnındayım. Oooh, keyfime diyecek yok. Hem burda serbestim, her yer benim. Gelen geçen olursa bir ayar çekiyorum, hav hev, hef hüf diye. Ben burdayım haa, ona göre diyorum. Nolur nolmaz, yerini belli edicen kardeşim. Yoksa önüne gelen bizim önümüze zırt pırt yediklerini bırakıp gidiyor. Sonra bendeniz kokla babam kokla, iflahım kesiliyor valla.

Ben ayar çekiyorum çekmesine, ama bana burda ‘sus bakiim, çok ayıp’ diyen de yok, ‘gel buraya, geç yerine’ diyen de. Tam tersine, ‘Aferin oğlum’ diyor bizimkiler, mutlu oluyorlar ben etrafı kollayıp kolaçan ettiğimde. He he, bütün gördüğünüz teeee oralar, buralar, şuralar benden soruluyor anlayacağınız.

Ha, bir de kankim Leon var. Onunla da paslaşıp paylaşıyoruz arada canım. Hatta o benden eski, hakkını yemeyeyim Leon Reis’in. İlk dostum, ilk göz ağrılarımdan olur kendisi. Kuzenim Gandalf geldiğinde paylaşamazlar pek beni. Ben de sürekli aralarını yapar, gerekli mesajları veririm kendilerine ileri geri. Haydi Leonum, koçum, uzatma, evine. Gandalfım, yiğidim, sen de ikile dedim, ikile, ikileee.

Neyse, ne diyordum? Artık bütün buralar benim. Neden artık diyeceksiniz.

Çünküüü artık geceleri dışarıda yatmama izin veriyorlar da ondan. Huhuuuu! Güvenlerini kazandım, kazandım, kazandım artık. Evet evet evet! Gerçi annem hala tedirgin. Benden değil de ormandaki hareketten. E haklı tabi. Ben bile bazen ürküyorum biraz. Karanlıktan değil, görmediğim, bilmediklerimden. Bazen seslerden, bazen ufak bir kıpırtı, bir hışırtıdan. Hemen fırlıyorum yerimden, uzun uzun havlıyorum derinden, hatta burnumu yukarı kaldırıyorum uluyorum bile birkerem!

Babam bana kulübe yapacak, aynı Leon’unki gibi, biliyorum. Geçen sene bir gece kar vardı, Leon’la ben onunkinde kaldık. Oooh, sıcak sıcak, yumuşak yumuşak, ısındık işte beraber, ne güzel. Benim de olsa iyi olur diyorum tabi, keyfe keder. O zamana kadarsa bizim terasın üstündeki şiltelerde, o kadar mutluyum o kadar mutluyum ki, küçük olsun benim olsun bana yeter. Ne sıcak basıyor ne soğuk geliyor. Bir terastayım, bir kulübenin altında. Gizliden yaklaşıyorum ormandaki görünmez varlıklara. Sonra hohohooop sürpriiiizz, ben geldiim diye çıkıp havlıyorum, hoşt diyorum, hoşt hoşt hoşt, hadi bakalım naş naaaş, hahaayyt!

İlk gecenin sabahı annem endişeli, kalkar kalkmaz bana bakındı, anladım. Hooop, çıktım kulübenin altından, dedim ‘ana, hadi yürüyek aşağı bayıra’. Ben heyecanla hoppidi zippidi zıplar, koşup oraya buraya fişteklerimi atarken annem bir durdu, huzursuz oldu. Birden arkada bir hareket hissettim. Bu koku, bu kokuyu bildim, bildim ben bunu dedim. Koş oğlum Coffee, koş, kaçmaz bu fırsat, hadi yettin yettin. Yavru yaban domuzlarını anında tespitledim. Herbiri bir yana fırlayıp, saçıldılar. Annem bir yandan bu yumurcak, çizgili tiplere hayran, bir yandan ürkek, çağırır beni sürekli ‘Coffee, oğlum, gel gidelim’ diye yandan yandan. Ooooh, olsun, kovaladım onları, ormana, yeşile, dereye. Hem belki annelerini bulurlar, şimdi dört yavru, pıtır pıtır koştururken birarada.

Annem sabah ilk iş beni görecek diye doğru dürüst uyanmamıştı henüz aslında. Yavru domuzcuklarla açıldı gözleri na bu kadar o anda. Ben de onun gözünün önünde koştum, koştum, kokladım, sıçradım. Her duyduğum kokuya hamle yaptım. Baktım bizimki ağırdan alıyor ‘e, anne, gelmiyorsun ama ya?’ dedim, oturdum bekledim kendisini bayırın bir ucunda.

Sonra sonra inekler, buzağılar, bazen başında çobanları bazen başıboş, hep gelir oldular bizim oralara. Arada yaydım, yaaa yazık işte, onlar da can, otlansınlar şuncağızcık alanda dedim, yatıp uyudum. Bazen de ters köşeden bir fırladım paldır küldür ortalarına naralar ata ata. Hepsi dağıldılar bir tarafa, sürdüm onları ormanın derin köşe bucaklarına. İtirafa çekiniyorum, ama, arada büyükbaş sarıkız sinekleri savmak için kafayı sağa sola salladığında, ya anamın ya da babamın arkasına sığınıverdim çaktırmadan çaktırmadan ulu orta.

Akşam olduğunda, genelde kankim Leon’la buluştuk. Önceliği hep ona verdim. Önce o işesin, ben peşinden işaretimi çakarım ne de olsa dedim. Ormanda imzam son, izim kalıcı olsun, bütün buralar Leon Reis’le benden sorulsun deyip geçtim.

Nöbet sözkonusu olduğundaysa kanki manki dinlemedim, ne yengeç kardeşi ne de ıslayan tavuğu kimselere yar etmedim. Bizzat bendeniz önde, yanda, tepede, arkada, bekledim de bekledim.

Güneş batışına yakın kurulduk bayıra karşı kankim Leon’la. Ciddiyiz, sakiniz ama, ikimiz de içten içe rekabetteyiz, en çok kimi sevecek bizimkiler acaba tadında.

Böyle yorgun günlerin sonundaysa, bekledim babam şilteden kalksın da ben serileyim şöyle sere serpe yatağıma. Gece uzun, nöbetim ciddi, bekçiliğin zamanı ise şimdi. Gün biter, görev bitmez. Orman bu, başıboş bırakmaya gelmez.

İşte ben, ormanların bekçisi. Küçük kulübemizin ayaklı zili. İnek sürülerinin sınır çizgisi. Yavru domuzların ‘sürpriz! ben geldim’cisi. Toprak yengeçlerinin ve ateşte tavukların nöbetçisi. ‘Aha, buralar kankim Leon’la benden sorulur’cusu.

Ben, mutlu. Ben, huzurlu. Ben, cesur. Ben, buralı, ormanlı.

Ben, orman bekçisi, Coffee.

**********

Not: Yorgun düştüğüm bir gecenin sabahında annem beni daha uyanmadan şiltelerde yakalamış. Yakalandık! Halbuki ben aşağıda, kulübenin altında, gözlerden uzak, karizmam kıyak, yayılıyordum matrak matrak.

Neyse, fazla uzatmadım tabi. Hele babam da kalkıp ‘günaydın oğlum’ deyince, attırıverdim ben de ona bir günaydın dili.

Coffee adına kaleme alan

Annesi Neslihan