köpeğim mi beni eğitiyor, ben mi köpeğimi

Posted on 11 Nisan 2012 tarafından

3


Bir zamandır Coffee’yle sabah yürüyüşlerimizde bir itişme durumu var. Coffee ya çok heyecanlı ya da fazla çekme durumunda. Daha yola çıkar çıkmaz yanımızdan geçen arabalara atlamaya çalışıyor. Bir yandan da yan gözle korunun köpeklerini kolluyor, ordalar mı gözlüyor, havlayıp tepki almak istiyor. Kulaklarını dikişinden anlıyorum gergin ve tetikte olduğunu.

Hal böyle olunca bende de dışarı çıkmamız itibarıyla ‘bakalım bugün ne kadar çekecek?’ diye bir beklenti oluşuyor. Hem Coffee’yi hem de kendimi dinlemeye, sakin kalmaya çalışıyorum. Bazen çok başarılı oluyorum, bazen daha az.

Her böyle ‘hev, höv, hav, hüv’ diye bağırıp atlama durumunda ‘hayır, bekle, otur’ diye yolun kenarında durdurup oturtuyorum beyefendiyi. Bazen daha yumuşak ‘yok birşey’ tadında arkasından yakın temasla karnını okşayarak sakinleştiriyorum. Bu genelde arabaların hayvancağızın üstüne sürer gibi son derece süratli geçtiği ve Coffee’nin bir suçu olmadığı zamanlarda oluyor. Bazen tasmasından yana kısa ve seri bir uyarı çekişiyle net komut verip söz dinlettiriyorum. Arabaların önüne atlayacak kadar çekiştirip saldırırsa işaret parmağımı burnunun önünde yakın temasta tutup ‘hayır’ diyorum.

Bunun zamanlaması çok önemli. Atlamanın hemen arkasından olmazsa uyarı olmaktan çıkabiliyor, dolayısıyla atak davranmak gerekiyor. Sakin kalabilirse en az bir 5 dakika aynı noktada hiç bir şey yapmadan bekliyoruz. Özellikle başka arabaların geçmesini, onun bu sırada olduğu yerde kalmasını, sakin durmasını bekliyorum. Bazen işliyor, bazen daha çok zamana ihtiyacı oluyor. Eğer yine atlamayı denerse, bu sefer burnunu yine işaret parmağımla aşağı bastırarak oturtuyorum, yine ‘hayır, bekle’ diyorum. Nefes alışını duyuyorum. Kendisi de duyuyor. Nefes alışı derinleşiyor. Bıraktığımda nefes alıp vermesi nispeten yavaşlıyor. Gözlemlemeye başlıyor. Duruyor. Bekliyor.

Arabalar geçip hiç bir hareket olmadan sadece kafasını çevirip bakarsa ‘aferin sana, aferin Coffee’ diyorum. Sonra ‘kalk gidelim’ diyorum. Sakinleşmiş ve ağırlaşmış tempoda, birlikte uygun adımla, çekiştirmeden salınarak yola devam ediyoruz.

Yukarıda anlattıklarım Coffee’nin rutin disiplini için gerekli ve geçerli yöntemlerimizden. Serbest bırakabildiğimiz alanlarda bizimle birlikte dilediğince serbest yürümesini, koşmasını, koklamasını, oynamasını beklediğimiz gibi tasmasıyla yürüyüş yaptığımız şehir dinamikleri içinde de rahatça hareket edebilmesini, bizimle birlikte korkmadan, agresifleşmeden ya da şımarmadan yürümesini bekliyor ve buna göre yönlendiriyoruz. Övünmek gibi olmasın, biz Coffee’yi yanımızda her yere götürüyoruz çünkü Coffee söz dinliyor. Oturuyor, bekliyor, yatıyor, bizimle olduğu ve ihtiyaçları karşılandığı sürece mutlu olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla son zamanlardaki bu çekiştirmeler, şımarıklıklar nolursa olsun beni (bizi) rahatsız ediyor. Anlattığım şekilde geçen bir yürüyüş sonrasında her şey yoluna girmiş eve dönerken bazen vicdan azabı duyduğum oluyor. Neden? Ceza vermeyi sevmediğimden. Ceza vermekten kastım da işte anlattığım durdurup oturtmak, yürütmemek, bekletmek, sakinleştirmek.

Tabi şimdi bu işin teknik kısmı. Evet, Coffee bir köpek, ben de onun insanıyım. Kendim gibi düşünmesini, hissetmesini beklemiyorum…Derken, bana öyle bir bakış atıyor, benimle öyle bir temasa geçiyor ki..Bak bakalım diyorum, bugün ne olup bittiğini anlamış mı anlamamış mı, hıh!

Herhangi bir yürüyüş sonrası eve döndüğümüzde içeri girer girmez şöyle bir rutinimiz var. Kapıdan içeri giriyoruz, Coffee’nin tasmasını kapının kulbuna takıyoruz, beyefendinin ayaklarını, gerekiyorsa paçalarını, ağzını siliyoruz. Duruma göre tüylerini tarıyoruz. Ve en önemlisi konuşuyoruz.

Anlattığım gibi çekiştirmeli bir yürüyüş sonrası konuşmasız olmuyor. Bu konuşmanın nasıl tonlandığı, onun ve benim nasıl pozisyonlandığımız kritik. Onun korkup da tepki verdiği bir durum varsa, Coffee’yle daha duygusal bir iletişime geçiyorum, onunla aynı hizaya oturup konuşuyorum. Gözümün içine bakıyor, bakıyor, sonra genelde ya bir ‘puff’ sesi çıkarıyor, ya hafif kuyruğunu sallıyor ve yere doğru uzanıyor. Eğer hatalı davrandıysa (misal kedi peşinde fırladı, kaçtı) bizim Bey’e doğru ayakta seslenip ‘Coffee, naptın sen bugün? Çok ayıp. Anlat bakalım herkese’ diyorum. Bey de pası alıyor ve ‘Coffee? Naptın oğlum?’ diye soruyor. İkimiz de bağırmadan, ama yaptığının yanlış olduğunu kullandığımız ‘hayır, ayıp, sakın’ gibi kelimelerle, kullandığımız ses tonu ve vücut diliyle aktarıyoruz kendisine.

Genelde kafası önünde dinliyor, birşeylerin yolunda gitmediğini çok iyi hissediyor. Tasmayı çözüp onu bıraktıktan sonra gidip masanın altına veya yatağına kıvrılıp yatıyor. Arada gözlerini yukarı doğru dikip bizi izliyor. Sağa sola, sağa sola giden bakışlar. Evde bizi takip ediyor, ne zaman ilgi görecek bekliyor.

Vakit geçiyor.

Herkes köşesine çekiliyor.

Sonra birden Coffee kalkıp geliyor, sandalyemin hemen altına kıvrılıp ayağımın üstüne yatıyor.

Hafif bir iç çekişle kafayı kaldırıyor, tekrar yerleşiyor.

Ve kendini bırakıp horlamaya başlıyor.

© muratkazdal.wordpress.com

© muratkazdal.wordpress.com

O günü bu şekilde tamamlıyoruz.

Önce heyecanlı ve gergin, sonra kızgın ve üzgün, en sonunda sakin ve barışmış olarak.

Bazen konuşarak bazen konuşmadan, hep birbirimize bakarak, Coffee’yle birbirimizi dinliyoruz, öğreniyoruz.

Ve ben düşünüyorum.

Coffee mi beni daha iyi anlıyor ben mi Coffee’yi.

Coffee beni şaşırtmaya devam ediyor.

Ben de onu sevmeye.

Neslihan

mindmills.wordpress.com

© muratkazdal.wordpress.com

© muratkazdal.wordpress.com